“Sağ beyin” veya “sol beyin” iddialarının hiçbir bilimsel dayanağı yoktur! – SAĞLIK

Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Sultan Tarlacı sosyal medya gibi platformlarda Başta nöromitler olmak üzere hiçbir bilimsel temeli olmayan inanışların hızla yayıldığına dikkat çekti.

Nöroloji Uzmanı Prof., beyin fonksiyonlarının sadece belli bir kısmının kullanıldığı yönünde bir yanılgı olduğuna dikkat çekiyor. Sultan Tarlacı, şunları söyledi: “Aslında beyin her zaman maksimum kapasitesinde çalışır ve her iki kısım da birlikte kullanılır. “Eğitim sistemleri veya şirketlerin 'sağ beyinli' veya 'sol beyinli' insanları eğitme yönündeki iddialarının bilimsel bir temeli yok.” dedi.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastane Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Sultan Tarlacı, nörolojide sık karşılaşılan hatalar hakkında bilgi verdi.

Beyin uyku sırasında da çalışır ve gündüze göre daha aktif olabilir.

Prof. Dr., günümüzde her insanın beynini gerektiği kadar kullandığını kaydetti. Sultan Tarlacı, “Beyin uyku sırasında da çalışıyor ve gündüze göre daha aktif olabiliyor. Bir dönem çocukların müzisyen olması durumunda zekalarının artacağına inanılıyordu. Özellikle 1990'lı yıllarda Amerika'da valilik seçimleri sırasında yeni doğan bebeklerin ailelerine müzik CD'leri dağıtılarak “hayata başlama 1.0″ gibi bir yaklaşım benimsendi. Ayrıca uyurken yabancı dil öğrenme gibi fikirler de öne sürülüyor. Ancak günümüzde bu tür iddiaların bilimsel geçerliliği tartışmalıdır.” dedi.

Beyin hakkındaki yanlış inanışlar nelerdir?

Beyinle ilgili yanlış inanışlardan birinin de “beynin fonksiyonlarının yalnızca belirli bir kısmının kullanıldığı” olduğunu belirten Prof. Dr. Sultan Tarlacı şunları vurguladı:

“Aslında beyin her zaman maksimum kapasitesinde çalışır ve her iki kısım da birlikte kullanılır. Eğitim sistemlerinin veya şirketlerin “sağ beyinli” veya “sol beyinli” insanlar yetiştirdiği yönündeki iddiaların bilimsel bir temeli yoktur. Bilimsel araştırmaların yayılması sırasında bilgi kaybı ve çarpıtma riski vardır. Bu durum akademisyenlerin karmaşık bilimsel dilini basitleştireceği gibi, sosyal medyadaki bilgilerin yanlış anlaşılmasına veya çarpıtılmasına da yol açabilir.

“Bilimsel temeli olmayan inançlar sosyal medyada hızla yayılıyor.”

Örneğin bazı haberlerin yanlış yorumlanması bilimsel gerçeklerin yanlış anlaşılmasına yol açabilir. Hızlı erişim ve bilgi paylaşım olanakları, sosyal medya gibi platformlarda yanlış anlaşılmalara veya doğru bilgilerin çarpıtılmasına yol açabilmektedir. “Özellikle nöromitler gibi hiçbir bilimsel temeli olmayan inançların sosyal medyada hızla yayılması çok yaygın.”

Sonuç olarak bilimsel gerçeklerin anlaşılması ve doğru aktarılması konusunda daha fazla özen gösterilmesi gerektiğini kaydeden Prof. Sultan Tarlacı, “Yanlış anlaşılan veya çarpıtılan bilgi, toplumda yanlış inanışların yayılmasına yol açarak bilimsel ilerlemenin engellenmesine yol açabilir” dedi. dedi.

Bu durumdan çıkmak için ne yapılmalı?

Bilimsel bilgi üretenler ile eğitimciler arasındaki uçurumun düzeltilmesi gerektiğini vurgulayan Prof. İkincisi, klasik medya ile sosyal medya arasındaki dengeyi sağlamak zordur ancak geleneksel medyanın sinir bilimcilerin bilgisine daha fazla yer vermesi önemlidir. Bu, bilimsel doğruluk ve güvenilirlik konusunda sorumluluk gerektirir.” dedi.

Kısa videolar izleyerek bilgi edinmek mümkün mü?

Beynin karar verebilmesi için hızlı bilgiye ihtiyacı olduğunu belirten Prof. Ancak bu doğal eğilim yanlış sonuçlara yol açabilir. Örneğin kısa videolar izleyerek veya kısa metinler okuyarak bilgi edinme eğiliminde olan kişiler, aslında bilgi parçacıklarıyla dolu bozuk bağlantılardan oluşan bilgilerle karşılaşırlar. Gerçek öğrenme ve üretkenlik, zaman ayırmaktan, konuyu iyice araştırmaktan ve birden fazla kaynaktan bilgi toplamaktan gelir.” dedi.

“Herkesin aynı renkleri aynı şekilde görmesi beklenemez…”

Sosyal medyada sıklıkla karşılaşılan “Kadınlar ne renk giyinir?” tartışmasına değinen Prof. Dr. Sultan Tarlacı, şunları söyledi: “Aslında insanların renk algısındaki farklılıkları gösteren ilginç bir örnek. Renk algısı birçok faktöre bağlı olarak değişebilmekte ve herkes aynı renkleri aynı şekilde görememektedir. Öncelikle herkesin telefonunun veya bilgisayar ekranının renk kalibrasyonu ve çözünürlüğü farklı olabilir. Bu durum aynı görüntüyü farklı renklerde görmemize neden olabilir. Ayrıca kişisel tercihler ve çevresel faktörler de renk algısını etkileyebilir. Renk körlüğü de bu konuda önemli bir faktördür. Renk körlüğü, renkleri tam olarak algılayamama durumudur ve nüfusun belirli bir yüzdesini etkilemektedir. “Örneğin bazı insanlar kırmızıyı kirli bir kahverengi olarak görürken, bazıları da bu rengi farklı tonlarda algılayabilir.” Açıkladı.

Renk algısı ve cinsiyet…

Profesör. renk algısını etkileyen bir diğer faktörün de cinsiyet olduğunu belirtti. Dr. Sultan Tarlacı, şunları söyledi: “Araştırmalar kadınların genel olarak birden fazla renk tonunu ayırt edebildiğini gösteriyor. Kadınlar erkeklere göre daha zengin ve çeşitli renk tonlarını algılayabilmektedir. Bu nedenle kadınlar genellikle daha renkli ve çeşitli kıyafetlere ilgi duymaktadır. Sonuç olarak renk algısı karmaşık bir konudur ve birçok farklı faktörden etkilenir. “Sosyal medyada paylaşılan bir görselin renkleri konusundaki tartışmalarda bu faktörlerin dikkate alınması ve farklı renk algılarının varlığına saygı gösterilmesi önemlidir.” dedi.

Yaratıcılık doğuştan gelen genetik özelliklerle belirlenir

Kişinin doğuştan gelen genetik özelliklerinin, mizacını ve kişiliğini önemli ölçüde etkilediğini kaydeden Prof. Dr. Sultan Tarlacı, sözlerini şöyle tamamladı:

“Yaratıcılık bu genetik faktörlerden biridir ve kişinin yeniliklere açıklığı, yeni şeyler yaratma yeteneği, azim gibi özellikleriyle bağlantılıdır. Bir kişinin ne kadar yaratıcı olduğu, doğduğunda sahip olduğu genetik özelliklerle belirlenir. Pek çok kişi yaratıcı becerilerini geliştirmek için yazma kursları alıyor veya yeni yazma yöntemleri öğrenmeye çalışıyor. Ancak bu tür eğitimlerin kişiyi doğrudan iyi bir yazar yapabileceğini düşünmek doğru değildir. Yazma becerisi elbette öğrenilebilir, ancak gerçek bir yazar olmak aynı zamanda doğuştan gelen bir yetenek de gerektirir. Yazma kursları ve teknik bilgiler, yazma sürecini anlama ve olay örgüsü oluşturma konusunda yardımcı olabilir. Ancak akıcı bir stil geliştirmek, etkili karakterler yaratmak ve ilgi çekici hikayeler yaratmak gibi beceriler genellikle doğuştan gelir. Bunlar içsel yaratıcılığa dayanır ve tamamen teknik bilgiyle öğrenilemez.

Kaynak: (guzelhaber.net) Güzel Haber Masası

—–Sponsorlu Bağlantılar—–

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir